Soner Yalçın’a mektup var: TİP’in Kıbrıs utangaçlığının sebebi
Gazeteci Soner Yalçın, 23 Temmuz tarihli “Soldaki katı insan sendromu…” başlıklı yazısında “katı insan sendromu/SPS” üzerinden Türk solunun Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yıl dönümündeki tepkisizliğini kaleme aldı.
Soner Yalçın yazısında, “Bu sendrom; büyümesini, yürümesini zorlaştıran, ses tellerini etkileyerek istediği ses tonunun çıkmasına engel olan ve kronik ağrı yapan nörolojik bir hastalık…. Duruş bozukluğuna sebep olan SPS benim aklıma kimi sol hareketleri getirdi: Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yılında Türk halkının zafer şenliklerine ortak olmadılar, tek sözcük yayınlamadılar! Bu sebeple ‘hastalar’; büyüyemiyorlar, yürüyemiyorlar, seslerini istedikleri gibi çıkaramıyorlar. Katı insan sendromundan muzdaripler ve itibariyle duruş bozuklukları var… Ah ne yazık ki bu hastalığın henüz tedavisi bulunamadı, sadece erken tanı hastalığın ilerlemesini durdurabilir. Celine Dion, hastalığa yönelik yoğun bir tedavi uyguluyor. Peki ya neoliberalizm etkisindeki bizim Cihangir solcuları? Kıbrıs Barış zaferinden utanan bir sol hareket olabilir mi?” satırlarına yer verdi.
İNGİLTERE TÜRK İLERİCİLER BİRLİĞİ TÜRKLERİN YAŞAMINI NASIL ETKİLEDİ
1970’li yıllarda Londra’da öğrenci olarak bulunan TKP’li Ali Erten, yaşadıklarını Soner Yalçın’a bir mektupla anlattı. İşte o mektup:
Sevgili Soner Yalçın,
Kıbrıs’la ilgili yazınızda sosyalist hareketin bu konudaki duruşunu eleştirmişsiniz ve doğru da yapmışsınız. Ben 1974 yılında Londra’da öğrenciydim, 1970’de öğrenim için gittiğim İngiltere’de TKP’li oldum. O dönemde İngiltere’nin tek güçlü Türk sol örgütü bizdik, kitle ile bağlarımız çok güçlüydü, bunun nedeni de o zamanki Wimpy ve dikim işçileri arasındaki ve üniversitelerdeki ve dil okullarındaki Türk öğrenci derneklerindeki gücümüzdü.
Ayrıca “Sezarın hakkı Sezar’a” liderimiz Nihat Akseymen’in örgütlenme stratejisindeki doğru politikasıydı. O dönemde İngiltere’de on bin kadar Türk ve kırk binin üzerinde Kıbrıs Türkü yaşıyordu. TKP illegal bir örgüt olduğundan bizim legal “kitle” örgütümüz “İngiltere Türk İlericiler Birliği” idi.
KİMLERDEN OLUŞUYORDU
İTİB o dönemdeki İngiltere’de yaşayan Türklerin yaşamına hatırı sayılır bir damga vurmuştur. İTİB’in üye yapısı çoğunlukla öğrencilerden ve 12 Mart faşizminden kaçabilmiş devrimcilerden ve sosyalistlerden oluşuyordu.
Bizim, komünistler olarak, o dönemde Londra’da yardımımız geçmeyen bir Türk emekçi ailesi yok gibidir. Öyle ki henüz İngilizce bilmediklerinden İngiliz kurumlarıyla olan tüm işlerinde gönüllü tercümanlık da yapıyorduk. Doktor randevularına gidilecek, yanlarında idik; vergi sorunları var, yanlarındaydık; bir işyerinde işçiye haksızlık mı yapıldı, yanlarındaydık. Türk işçilerle aramızda müthiş bir güven ortamı doğmuştu, “komünistler ama iyi çocuklardık.”
İNGİLTERE’DE İŞÇİLERİ ÖRGÜTLEDİK
Wimpy’lerde (lokanta, restoran) çalışan işçileri İngiltere’nin o zaman en büyük sendikası olan Ulaşım ve Genel İşçiler Sendikası’nda (Transport & General Workers Union) örgütledik ki aşağı yukarı Londra’nın her bölgesine dağılmış Wimpy, Aberdeen Steak House, Texas Pancake House’larda ve American Hamburger’lerde bine yakın Türk ve Kıbrıslı işçi çalışıyordu. İşçilerin büyük çoğunluğu kümese benzer odalarda yatıp, haftada 100 saat üzerinde çalışıp 20 pound haftalık alıyorlardı; İngiltere’de asgari ücret haftalık 42 saate 30 pounddu.
Bu restoranlar zincirinin sahibi de Ali Salih adında Kıbrıslı bir Türk’tü. Biz işçilerin sendikal haklarını almaları için birkaç grev örgütledik, bir de genel grev ki o çok spektaküler oldu, Ali Salih’in tüm lokantaları 9 gün boyunca kapalı kaldı, sonunda Ali Salih şartlarımızı kabul etti ama mücadelede daha sert devam etti.
Dikim işçileri Türkiye’de terzi dükkanını kapatıp gelen esnaftan oluşuyordu, çok nitelikliydiler ve Burberry’s gibi ünlü markaların eşyalarını bizim terziler dikerdi; parça başı çalışırlardı, eve iş götürürlerdi, vergisiz çalışırlardı, sigortaları falan da yoktu. Nominal olarak çok para kazanıyor görünürlerdi ama hayatları yalnızca çalışmaktan ibaretti ve hiçbir sosyal güvenceleri yoktu; onların çalıştığı fabrikalar ve atölyelerin patronları da Kıbrıslı Türklerdi. Biz onları da Dikim İşçileri Sendikası’na kaydettik (National Union of Tailors & Garments) ve işyerlerinde grevlerle işçileri İngiliz işçi sınıfının kazanılmış haklarına kavuşturduk.
TARTIŞILIRDI SONUÇ ÇIKMAZDI
İngiltere Türk Öğrenci Federasyonu (İTÖF), İngiltere’deki üniversite ve dil okullarındaki öğrencileri kapsıyordu ama orada öğrencilerle ilgili fazla kazanılacak somut bir gündem olmadığından mücadele Türkiye üzerine siyasi konulardaydı. Her yıl kongre yapılırdı, burada da yönetim hep bizde oldu. Yani İngiltere’nin dört bir yanındaki üniversitelerden ve dil okullarından söz ediyoruz; Londra, Birmingham, Manchester, Leeds, Newcastle, Sussex, Loughborough, Bath vs..
TKP illegal bir örgüt olduğundan Avrupa’daki legal örgütlenmesi Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu’ydu; biz İTİB olarak oraya bağlıydık. Her yıl Almanya’nın bir şehrinde genel kurulu toplanır ve aslında dolaylı olarak parti içinde tartışamadığımız ideolojik ve siyasi konular bu genel kurullarda ve üç ayda bir toplanan genel yönetim kurullarında tartışılırdı. Tartışılırdı da bir sonuç çıkmazdı çünkü parti merkezi ne derse, “disiplin” gereği o!
İŞÇİNİN SESİ GAZETESİ
Bizim İngiltere örgütü olarak parti yönetimiyle sürekli sorunlarımız oldu. Ancak yine belirtmeden geçmeyeyim, İngiltere parti örgütü Türklerin sayıca az yaşadığı bir ülkede olmasına rağmen en başarılı örgüttü, gerek kitle örgütlenmesi açısından gerekse yayın politikası açısından. İngiltere’de kurduğumuz İşçinin Sesi gazete içerik ve biçim olarak TKP’nin en başarılı yayın organıydı; bazen ayda bir, bazen 15 günde bir çıkardı ve yine kendi olanaklarımızla üyelerin ve sempatizanların fedakarlığıyla kurduğumuz kendi matbaamızda basılırdı. Ayrıca Turkey Today diye bir İngilizce yayınımız vardı ki Türkiye’deki 12 Mart faşizminin, işkenceleri, Deniz Gezmişleri, Mahir Çayanları, işçi sınıfının, halkın ve devrimcilerin verdiği mücadeleyi tüm dünyaya anlatırdı. Dünyanın dört bir yanına postaladığımız gibi Londra’daki her yürüyüş, konferans, toplantı ve eylemde satardık. Abartmış olmayayım ama diğer örgütler tarafından da kıskanılırdık. Burada da yine Nihat Akseymen’in o dönemdeki doğru siyasi yöneticiliğinin hakkını vermem gerekir.
TKP RADYOSUNDAN “MEHMETÇLİK EVİNE DÖN” ÇAĞRISI
Evet… 1974 yılında İngiltere’de örgütsel durumumuz buydu. TKP’nin Genel Sekreteri Yakup Demir (Zeki Baştımar) olmuş yerine İsmail Bilen geçmişti. İsmail Bilen ile birlikte parti bir atılıma girmiş, üzerindeki ölü toprağını atmıştı. İbrahim Güzelce ile DİSK’te daha da etkinleşmiş, İGD ve İKD gibi kitle örgütleriyle de bir kıpırdanma başlamıştı. Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekatı’nda TKP merkezi TKP’nin sesi radyosundan “Mehmetçik evine dön” çağrısı yaptı. Bu şu demekti: Tüm parti örgütleri yayınlarıyla, üyeleriyle bu yönde propaganda yapmalıydı. İyi güzel de neden? Cevabı basit: “Proleter Enternasyonalizmi!”
KİTLEDE TERS TEPEN YANLIŞ TAVIR
Ben daha çok kitleyle direkt temas da olduğumdan bu bildirinin içeriğini kitleye anlatmak çok zordu. İnsanın bir konuya birisini ikna edebilmesi için önce kendisinin ikna olması gerekir. Bu bürokratik disipline uyacağım diye kendimin ikna olmadığı konuya başkasını nasıl inandırabilirdim? Nitekim açıklamalarımız hep basma kalıp yuvarlak oldu. Şimdi soruyorlar: “EOKA faşist bir örgütlenme değil mi? Kıbrıs’ın komünist partisi AKEL’in düşmanı değil mi? Bu faşist darbenin arkasında Yunanistan’ın faşist albaylar cuntası yok mu?”
Şimdi bu soruların hepsinin cevabı kendi içinde ve nitekim Türkiye’nin müdahalesiyle Rum faşistlerinin olası bir Türk katliamı, komünist ve ilerici cadı avının, işkencelerin önüne geçilmiş oldu; dolaylı olarak Yunanistan faşist cuntası devrildi, Yunanistan Komünist Partisi KKE legale çıktı, Yunanistan’a demokratik bir hava rahatlama geldi. Şimdi siz parti yönetimi olarak tüm bu somut gelişmeleri göz ardı edeceksiniz ve bunun adını da “proleter enternasyonalizm” koyacaksınız. Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Nitekim bu yanlış siyasi tavır kitlede ters tepti, biz İşçinin Sesi’nde manşet attık: “Düşman topu ile tüfeği ile içimizdedir Amerikan üslerine girilmelidir” diye.
TKP LİKİDE OLDU
Ancak bunların hiçbiri halkı ikna edemedi çünkü mızrak çuvala girmez. Maalesef Kıbrıs konusundaki bu yanlış tavır Türkiye sol hareketine yapıştı ve sanki Kıbrıs’la ilgili Türkiye’nin müdahalesini eleştirmeyen her hareket aşırı milliyetçilik ile suçlandı. Burada şunu korkmadan belirtmeliyim ki bizim partinin merkez yönetimi Sovyetlerin Türkiye Bürosu gibi çalışıyordu; nitekim ülke içinde diğer sol siyasi gruplara ve liderlere karşı sektar tavır ve uluslararası politikada ise bağımsız sosyalist bir duruşun olmaması partiyi giderek kitleden soyutladı ve o kıpırdanma nihai sonuca ulaşamadı, 12 Eylül faşizmini göğüsleyemedi ve Nabi Yağcı ve Veysi Sarısözen yönetimindeki asırlık TKP ikide oldu.
CHP BU KADAR SAĞA KAYMAZDI
Geçmiş TKP deneyiminden çıkarılacak çok ders var, Türkiye devrimci hareketinin şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Eğer Türkiye sosyalist hareketi birbirleriyle didişeceğine birleşip güçlü bir alternatif yaratabilseydi CHP de bu kadar sağa kayamazdı. Düşünmek lazım, düşünmekten, eleştiriden, öz eleştiriden korkmamak lazım çünkü korkunun ecele faydası yok. Türkiye’nin sosyalist örgütlerinin kendi içlerindeki demokratik işleyişi tartışabilmeleri lazım. Örneğin, seçimlerdeki adayları kimler belirliyor? Maçoğlu’nu kazanması kesin olan Tunceli’den alıp kazanamayacağı kesin olan Kadıköy’e aday yapan bir “bilen”ler kim? Bu sorular her parti için çoğaltılabilir. Türkiye’de çok büyük bir devrimci birikim olduğu halde neden asgari müştereklerde bile birleşemiyoruz, seçimlere ayrı listelerle giriyoruz?
Bu sorular sorulup herkes kendi payına ciddi bir özeleştiri yaptığı gün başımızı kaldırmaya başlayabiliriz; yoksa tarihsel ve objektif olarak kuyrukçuluktan kurtulamayız. Bizim önümüzdeki tek kurtuluş yolu bağımsız birleşik sosyalist harekettir.
Soner Yalçın’ın ilgili yazısını okumak için tıklayınız: